Önceki yazımda sanayileş(eme)me sorunumuza dair CHP’nin kurumsal müktesebatının teşhisine ve önerdiği çözüm taahhütlerine değinmiştim.
Bu yazıda, öncekinde söylediğim gibi, kentsel ve kırsal toprağa tasarrufumuzdaki hastalıklı rant düzenini toplum yararına dönüştürebilecek bir program taahhüdünü konuşmak isterim.
* * *
“Rant” denince akla “avantadan veya havadan para kazanmak” gibi bir anlam çağrışıyor. Oysa arsa rantı, toprakta kamu yatırımlarının yarattığı bir değer artışı.
Meselâ deniz gören bir daireyi, arkadaki yola bakan bir daireden daha pahalıya satan bir emlâk sahibi de “deniz manzarasından” ileri gelen bir fark rantı elde eder, ama bu rantın toplumsal hiçbir zararı yok.
Meselâ ülkenin bir bölgesinde 40 dönüm tarladan, başka bir bölgedeki 100 dönümden alınan kadar verim alabilen çiftçi de, iklim ve toprak kalitesi nedeniyle bir fark rantına ulaşabilir, ama bunun da toplum ölçeğinde hiçbir zararı yoktur. Faydası bile olabilir.
Ama, kamunun yaptığı sulama yatırımları sayesinde eskiden kurak olan arazisi -meselâ 10 katı- değerlenen bir büyük toprak sahibi, topraklarının tarım üretimi yapılmayan bir kısmını topraksız köylüye vermek için istimlâk etmeye kalkan kamudan o günkü piyasa fiyatlarıyla 10-15 kat bedel talep edebilirse, işte bu toplumsal sonuçları olan rantiyelik olur. Toprağına kamu yatırımıyla katılan değere avantadan konmak olur. Toplumsal zarar doğurur.
Tarım dışı kalan geniş alanlar, kamu yatırımıyla piyasada kazandığı arsa değeri üzerinden bireysel alım satım spekülâsyonuna konu olursa bu da büyük günah. Kamunun yatırımıyla oluşan değer artışını avantadan kişisel sermayeye çevirmekle eş.
Türkiye’de toprağı kentsel arsaya dönüştürmenin ve kamu yatırımıyla oluşan değer artışına konmanın tipik bir somut örneği de AKP yönetiminin meşhur “Kanal İstanbul” öyküsü oldu.
Bu öykünün bence en veciz tanımını sayın İmamoğlu yaptı: “.. Kanal İstanbul, öyle stratejik bir proje falan asla değil. Kanal İstanbul, bir emlak işi. .. Yani; ‘Yaparız, satarız, para kazanırız!’ Bakın bu kadar net söylüyorum ..”
Ancak “emlak işi” deyince failin inşaat firmaları olduğu gibi bir algı doğru olmaz.
Bu, sektörlerden bağımsız olarak, devletin imar yatırım projelerini önceden bilme veya devleti bu yönde harekete geçirme imtiyazına sahip bir zümrenin arsa spekülasyonu, arsa ve konutu sadece sabit gelirli insanlar için erişilmez derecede pahalandırmakla kalmaz. Daha dün (Nisan 2024) çimento tekellerinin yüksek zamlarına maruz kalan inşaat firmalarına bir de anormal arsa maliyetleri yükler.
Bir inşaat firması MESA’nın yöneticisi sayın Boysanoğlu Türkiye’ye has bu anormalliği şöyle anlatıyor: “Konutun bedelini belirleyen ilk faktör arsa bedelidir. Arsa maliyetleri yüzde 45-50’lerde, hatta bazı noktalarda yüzde 70’lere kadar çıkıyor. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan rakamlar ile karşı karşıya kalıyoruz. Oysa Avrupa’da arsa payı yüzde 25’i geçmez. Sosyal konutta yüzdelerin 10-15’i geçmemesi gerekir aksi takdirde ihtiyaç sahibi konut alamaz. Biz de .. arsa bedeli yüksek olduğu için konut ihtiyacı olan kesime yönelik proje üretemiyoruz. Eğer arsa konusu regüle edilebilir, fiyatlandırma da yüzde 10-15 civarına oturtulabilirse, bu konut fiyatlarına da olumlu yansır. Türkiye’nin gerçek konut ihtiyacı karşılanır” (Temmuz 2019) (Ben koyulaştırdım)
Erdoğan’ın “Nass” icadından önceye ait olduğu için, bu rakamlar bugüne uyar mı bilmem. Ama, örneğin konut maliyetinde -dünyanın hiçbir yerinde olmayan- arsa payının daha da artmış olma olasılığı var.
Şimdi, deprem felâketine uğramış veya henüz uğramamışsa da bu tehlike altında olup da geliri yetmediği için riskli evlerinden bile çıkamayan on milyonlarca yurttaş var.
Oyunu, rızasını CHP’ye emanet eden 17 milyonu aşkın yurttaş var!.
* * *
Evet belediyelerin kamu yatırımlarıyla artan toprak değerini, arsa spekülatörünün rant iştahını kaçıracak vergisel yöntemlerle tekrar kamuya döndürme (“arsa konusunu regüle etme”) yetkisi yok. Çünkü yasa çıkarma yetkisi merkezi yönetimde.
Ama vatandaşın siyasi iktidarı CHP’ye vermesi halinde bunu yapabileceğinin işaretlerini, sinyallerini seçmene hissettirebilir.
Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu yaşamsal mesele üzerindeki pratik ve teorik faaliyetleri bu duyguyu, sinyali uzun zamandır veriyor meselâ.
Bir defa AKP’nin büyük bir arsa spekülasyonu oyununu, Kanal İstanbul projesini hukuken bitirdi. (Arap sermayedarların ilgisi diye lânse edilen bu projedeki asli spekülatör zümrenin aslında nasıl yerli milli olduğunu, okur, Önder Algedik’in şu yazısında görebilir)
Sonra, AKP’nin “rantsal dönüşüm” planlarının aksine, her türlü finansal zorluğa rağmen, halk yanlısı gerçek kentsel dönüşüm pratiği ortaya koyabiliyor. Finansman gücünü aşan noktada, bilimsel değerlendirme çalışmalarıyla, örneğin “KENTFON ismiyle deprem riski altındaki alanların dönüşüm sürecine” yeni finansal model önerisi geliştiriyor.
Ve İstanbul Planlama Ajansı ve İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı AKP’nin arsa spekülatörlüğünün boyutlarını gözler önüne seren titiz veri çalışmaları yapıyor.
Meselâ 2019’da İstanbul’u kaybedinceye kadar 130 büyük projede AKP’nin 85 milyar dolar (TL değil dolar) arsa-imar rantı üretip dağıttığını görebiliyoruz bu sayede. (Daha detaylı bilgi şurada)
Halkın barınma hakkından aşırılan 85 milyar dolar kamu kaynağı!
Sayın Bahadır Özgür’ün şu yazısında söylendiği gibi, “.. İstanbul’da risk önceliği bulunan 600 bin binanın tamamının güvenli hale getirilmesi için gerekli finansmanın birkaç katı! Yani 130 projede cebe attıkları parayla bile deprem riski, vatandaşa yük olmadan giderilebilirdi. ..”
* * *
Sayın Yılmaz Büyükerşen rehberliğindeki tüm CHP’li belediyelerin de, İBB gibi veri çalışmalarıyla, AKP’nin imar-arsa rantı yaratıcılığını(!) teşhir etmesi, barınma hakkından mahrum kalmış milyonlarca seçmene çok aydınlatıcı sinyaller vermez mi?
Bu AKP’nin rantiye karakterini teşhir etmekle kalmaz, ülkede rant şeklinde yutulan kamu tasarrufunun boyutu hakkında bilimsel bir kestirim verisi de sunar.
Sadece belediyeler düzeyinde değil, CHP’nin siyasi kurulları tarafından da, vatandaşın güvenli barınma hakkı ve arsa spekülasyonları arasındaki ilişki çelişkiler üzerine çalışıldığını hissettiren, seslendiren sinyaller AKP aleyhine, CHP lehine haklı etkiler üretmez mi?
Kaldı ki yukarıda İBB’ye atfen sözü geçen KENTFON finansman modeli, CHP’nin Programı ile hedeflediği ve taahhüt ettiği modelin ta kendisi olsa gerektir.
CHP Programı “Kentleşme Fonu” modelini şöyle ifade eder: "Kentlerde oluşan değer artışları, saydam bir çalışma ile oluşturulacak kaynağa dönüştürülerek Kentleşme Fonu’na aktarılacaktır. Çeşitli imar uygulamaları ile oluşan bu rant kentte yaşayanların hizmetine sunulmak üzere kullanılacaktır” (s. 92)
Ve taahhüt eder ki, “Kentsel alanda plan kararlarıyla ortaya çıkan değer artışlarının kamuya dönüşümü sağlanacaktır: İmar Kanunundaki Düzenleme Ortaklık Payı sistemine benzer bir anlayışla imar tadilatlarından doğan rant yerel yönetimlere aktarılacaktır. Bu kaynağın sadece yoksullara konut edindirme, öğrenciler için yurt yapımı ve altyapı yatırımları için kullanılması için yasal düzenleme yapılacaktır” (s. 104) (Ben koyulaştırdım)
* * *
Sonuç olarak, “Hep iktidarı eleştiriyorsunuz da geleceğimiz için sizin çözümleriniz ne?” gibi sorular soran seçmenlere, göğsünü gere gere sunacağı çözümleri var CHP’nin.
İş bunların vatandaş tarafından duyulması, tartışılması, anlaşılması.
Bunu başaracak siyasi faaliyet biçimlerinin bulunması ve pratiğe yansıtılması umulur ve elbette CHP’den beklenir.