Bir ülke ekonomisi, bizimki gibi, “sıcak para”ya muhtaç durumda ise vay haline.
1993 Kasım’ında, (ekonomi profesörü) Başbakan Tansu Çiller’in, faizi, sıcak paracıların beklentisinin altına düşürme teşebbüsü sonunda 5 Nisan 1994 kararları hazırlanmış oldu. Büyük bir devalüasyon, dolayısıyla yoğun bir işsizlik ve halkın daha da yoksullaşmasıyla test etmiştik ki ekonomisi bizim gibi olan ülkelerde “sıcak para” ile aşık atılmaz.
Sıcak parayla son güncel imtihan, Erdoğan’ın 23 Eylül 2021’de “faiz sebep, enflasyon sonuç” denemesiyle başlayıp 23 Şubat 2023’te faizi “tek hane”ye, yüzde 8,5’e indirmesiyle biten 18 aylık süreçte yaşandı.
Bilinçli olarak “biten” diyorum, zira Şimşek-Erkan ikilisinin geçtiğimiz 22 Haziran’da faizi yüzde 8,5’ten 15’e çıkarmasıyla başlayıp 21 Eylül’de -şimdilik- yüzde 30’a vardırdığı 3 aylık hızlı süreç “piyasalar” diye de anılan sıcak paracılara beyaz bayrak çekilerek, gerçekten bittiğinin bir göstergesi.
Bu bitişi, merkez bankasının Erdoğan vesayetinden kurtularak artık bağımsız olduğuna hamletmek de saflık. Faizi yerli para otoritesi belirliyormuş gibi görünse de, aslında Şimşek de Erkan da sıcak paranın beklentilerine yüzde yüz bağımlı. Erdoğan da!
Erdoğan’ın, faiz artırımı başlamadan bir hafta önceki bir konuşmasına bakın: “.. bazı arkadaşlar ‘Cumhurbaşkanı faiz politikalarında ciddi bir değişime mi gidiyor?’ gibi bir yanılgının içine düşmesin. Ben burada aynıyım. Ama Hazine ve Maliye Bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında, biz tabii kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası’yla beraber atmasını kabullendik” (14 Haziran 2023, indyturk.com)
İlk iki cümle yurt içine karşı, karizmayı korumaya çalışma; “ama”dan sonraki son cümle de Citi’nin, Londra’nın sıcak paracılarına “tamam kabullendim” mesajı gibi gelmiyor mu?
* * *
Erdoğan’ın faiz-döviz-enflasyon sarmalındaki denemeleriyle ülkenin, halkın hayatında yarattığı hasara dair, ben de dahil, pek çok yazı yazıldı; halk zaten yaşıyor.
Yurt içinde vatandaşlarının yaşam şartlarını, anayasal düşünce açıklama haklarını, hukukunu hoyratça kırıp geçiren iktidarın; yurt dışındaki güçlü alacaklıları tarafından maruz kaldığı hoyratça izolasyon teşebbüsleri karşısındaki çaresizliğinde onlara borçluluğun etkisi çok.
* * *
Meselâ Avrupa Parlamentosunun (AP) 13 Eylül’deki raporu ve bu rapora Erdoğan diplomasisinin klâsik tepkisi ne ima ediyor?
AB, bağımsızlığına saygısız küstah bir tavırla “ayıplıyor” Türkiye’yi.
“İki egemen ülke arasında ilişkiden bana ne!” demiyor. “Türkiye, Rus sermaye ve yatırımları için bir sığınak haline gelmekten kaçınmalı” diyerek parmak sallıyor.
İktidar da şöyle açıktan bir “sana ne!” cevabını veremiyor.
* * *
Rapor’un Kıbrıs konusundaki tavrı da bir parmak sallama.
Alman Dışişleri Bakanı’nın, Türkiye’ye inat, bu yılın başında dile getirdiği “Kıbrıs için iki devletli çözüm söz konusu bile olamaz” politikası bu raporda da yansıyor. KKTC Dışişleri Bakanlığının ifadesiyle “federasyon modelinde ısrar” ediliyor. Kıbrıslı Türklere azınlık statüsü dayatılıyor yani.
Buna karşılık, yurt içindeki tribünlere karşı “yok hükmünde”(!) saymaktan daha etkili bir politika geliştiremiyor iktidar.
Çünkü Bakan Şimşek, o raporun müellifi olan AB’nin kalbinde, Almanya’da, Alman firmalarından yatırım ve mali yardım almak için çırpınıyorken; hükümet AB’ye nasıl kafa tutabilsin ki?
* * *
BM Genel Kurul açılışı için ABD’ye giden Erdoğan’a resmi görüşme vakti ayırmayan ABD Başkanı, meselâ başka Türki cumhuriyetlerle hayli ilgiliydi. Biden’ın 5 Türki Cumhuriyeti temsilcisiyle resmi görüşmesi, Rusya ve Çin’e karşı ilişkiler inşa etme hamlesiydi.
Ama AB Raporunda Rusya ile ilişkilerinden yakınılan Türkiye’nin (ve Azerbaycan’ın) bu görüşmeye dahil edilmemesi, bir izolasyon mesajı değil mi?
ABD, Türkiye’ye karşı bu dışlamayı nasıl göze alabiliyor?
Çünkü biliyor ki Türk ekonomisi, ABD merkez bankasının bastığı dolara fena halde bağımlı. Onun için, kibirli ve küstah ABD devlet aklı, meselâ Çin’e karşı konuşurken yutmak zorunda kaldığı “sert çocuk olma, senin ekonomini mahvederim” türünden sözleri bize karşı, hiç düşünmeden sarf edebiliyor.
* * *
BM Genel Kurulu açılışından az önceki G20 Zirvesinde de yaşandı benzer bir izolasyon teşebbüsü.
AKP yönetimi tam Basra’dan Mersin’e oradan da Avrupa’ya açılan “Kalkınma Yolu” projesi önermek isterken Avrupa ve ABD bambaşka tellerden çaldı.
İtalya, Fransa, Almanya, AB ve ABD, Hindistan, BAE ve S. Arabistan, “Baharat Yolu” adıyla başka bir ticaret yolu projesini ortak protokole bağladı. Mumbai (Hindistan) limanından, Ürdün-İsrail Hayfa-Kıbrıs-Yunanistan ve oradan ver elini Avrupa..
Bu güzergâhta ve protokolde neresi yok? Türkiye..
Erdoğan, G20 dönüşü uçakta gazetecilerine, biraz kızgınlık, biraz da sitemle, “.. Türkiyesiz bir koridor olmaz. .. Doğudan batıya trafik için en uygun hat Türkiye üzerinden geçmek durumunda” dese de maalesef durum bu. (11 Eylül 2023, aa.com.tr)
Sorun şu ki, Batı-ABD, Türkiye’ye vermek istediği şu ya da bu jeopolitik mesajları verirken giderek daha pervasız olabiliyor. Çünkü Türk ekonomisinin nefes yolları onlara bağımlı.
Çünkü bizim onlara karşı caydırıcılığımızdan çok daha etkili bir caydırıcılık kapasitesini Türk ekonomisi kendiliğinden sunuyor onlara: Sanayi üretim ve rekabet gücü zayıf ve onlardan dolar ve avro kredi (yani borç) almadan çarklarını döndüremeyen bir ekonomi..
İki para-maliye “otoritemiz” (Erkan ve Şimşek) onların şirketlerinin, bankalarının kapılarını aşındırıp dururken, o bankaların siyasi otoritelerine(ABD ve AB) karşı caydırıcılık kolay mı?
Güney sınırlarımızda YPG-PKK terör unsurlarına karşı son harekâtımızda bir SİHA’mızı düşüren ABD’ye karşı düşülen duruma bakın.
Siz terör tehdidine karşı meşru bir hareket düzenliyorsunuz, ama Suriye’deki varlığı gayri meşru olan ABD, Türk SİHA’sını “meşru müdafaa gereği vurduk üzgünüz” demek pişkinliği gösteriyor. Ve Türk yönetimi bir nota bile veremiyor! Neden?
Bunun boğazına kadar mali bağımlılık batağına batmış olmaktan başka bir makul izahı var mı?
* * *
Güçlünün güçsüze parmak salladığı, istiskal ettiği şu jeo-politika sarmalında ekonomisi bununla baş edecek kadar sağlam olmayan ülkelerin hiçbirinin işi kolay değil.
Erdoğan’ın meşhur “faiz sebep enflasyon netice” teorisi gibi, insanın, “milli paranın alım gücü sebep, uluslararası ilişkilerde itibar netice” diyesi geliyor.
Para değeri ile itibar arasındaki korelasyon kuracak kadar “ekonomist” değilim.
Ama sürekli dış borç üreten, çarkları yabancı para bulmadan işleyemeyen bir ekonominin maliye bakanlarının, sıcak para uğruna Paris, Londra, Newyork, Berlin vb. gibi el kapılarını Şimşek gibi aşındırmasının sık sık kaçınılmaz olduğu ve olacağı da besbelli.
CHP Programının teşhisi, böyle bir ekonomide “.. ihracat ve üretim arttıkça ara mal ve yatırım malları ithalatının ve cari açığın çok daha hızlı artması..” gibi bir paradoksun kaçınılmaz olduğu yolunda. (s. 189)
Faiz-döviz-enflasyon girdabı bir sonuç; bu derin iltihabın dışa vuran bir sonucu.
“Sanayi üretiminin ağırlıklı olarak ithal kaynaklı ara ve yatırım mallarına dayandırılması politikasına son..” verecek bir siyasi irade (s. 197) yoksa, dışarıdan döviz girişinin sorunsuz olduğu dönemleri daima şimdiki gibi fellik fellik sıcak para arama dönemlerinin takip etmesi ve dış politikanızın dahi sıcak paraya bağımlı olarak teklemesi kaçınılmaz olacaktır.
Son Söz: Cumhuriyetimizin 2.Yüzyılında Atatürk’ün planlı sanayileşme devrimciliği gibi bir ekonomik bağımsızlık iradesini ülkemin göstermesi beklentisiyle;
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Kaleminize Saglik
Güzel bir değerlendirme.Teşekkürler