Merhaba sevgili okurlarım... Açıkçası, fikren ütopik gelse de her birinize muhteşem bir yıl dileyerek başlıyorum bu yazıma.
Her zaman söylediğim şey Türkiye'de gündemin çok sık değiştiği ve çok çeşitli olduğudur. Keşke rengarenk ve eğlenceli bir gündemimiz olsaydı fakat çok yazık ki her bir konu, bir diğerinden fecaat durumda!
Bildiğiniz üzere Türkiye’de yeni yılın şafağıyla birlikte, ekonomik gündem her zamankinden daha yoğun tartışılır oldu. Beklenen zamlar yine hayal kırıklığı yarattı hepimizde. Asgari ücret, memur ve emekli maaşlarındaki trajikomik artışlar, enflasyonun halkı nasıl ezdiğini gösteren birer turnusol kağıdı oldu adeta.
2025 yılı için belirlenen asgari ücret, net 22.104 TL olarak açıklanmışken, bu miktarın açlık sınırı olan 21.083 TL’ye yaklaşması bir teselli dahi değil. Yoksulluk sınırına bakacak olursak 68.675 TL’ye ulaşmış durumda. Bu rakamlar kağıt üzerindeki hesapların, marketlerdeki gerçek hayatla ne kadar uyumsuz olduğunu gözler önüne sermiyor mu sizce de? Yapılan zam oranları yine her zamanki gibi enflasyonun altında can çekiştiği gibi yoksulluk sınırının da altında seyrediyor anlayacağınız.
Sözüm ona, işçiye, memura, emekliye uygun görülen bu zamlar enflasyonun yarattığı tahribatı telafi etmekten de oldukça uzak. “Halk, gıda harcamalarını karşılamakta bile zorlanırken, diğer temel ihtiyaçlar için ne yapacak?” sorusu her geçen gün daha da can yakıcı hale geliyor. Pekala cevap var mı? Yok!
Enflasyon, yıllık bazda %44 artış gösterirken (ki emin değilim doğruluğundan) bu oranın halkın asıl hissettiği enflasyonun çok çok altında kaldığı apaçık.
Bu arada, sarayın günlük ve aylık giderleri konusuna değinmek dahi istemiyorum. Biliyoruz ki, hakkında net bilgiler kamuoyuyla paylaşılmıyor, ancak tahminler ve sızıntılar, bu giderlerin milyonlarca lirayı bulduğunu ortaya seriyor. Bu tezat halkın gözünden kaçmasa keşke, sarayın lüks yaşamı ile halkın geçim sıkıntısı arasındaki uçurumun herkes farkında olsa... Acaba, padişahım çok yaşa argümanlarında bir değişiklik olur mu?
E peki, asgari ücretle çalışan milyonlarca işçi bu ücretle nasıl geçinecek? İşçilerin büyük bir kısmı, açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edildi adeta! Modern kölelik değil de ne bu?
Üstelik bu durum vatandaşın sağlık, eğitim ve temel ihtiyaçlarını karşılamasını imkansız hale getirmişken, işçi ve emekliler, ek işler, kredi veya borçlanma yoluyla hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Ancak bu da sürdürülebilir bir çözüm değil, tam bir geçim kaosu yaratıyor maalesef!
Bir diğer konuda elbette ekonominin eğitimi doğrudan etkiliyor olması. Öğrencilerin bir kısmı, eğitimlerini sürdürmek için çalışmak zorunda kalırken, aileler çocuklarının eğitimine destek olacak kaynakları bulmakta zorlanıyor. Eğitim kalitesi düşüyor, öğrenciler arasındaki fırsat eşitsizliği büyüyor. Özellikle, yükseköğretimdeki katkı payları ve öğrenim ücretleri, gençlerin geleceğine de resmen ipotek koyuyor.
Sosyal ve kültürel hayata değinmeye hiç niyetim yok inanın. Eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklar lüks haline dönüşmüşken, ne sosyalleşmesi, ne kültürel faaliyetlere sıra gelir bu ülkede.
Ve ben tüm bunları düşünürken beynimin istemsizce imgelediği bir tablo beliriyor gözümde. Şöyle ki, Türkiye haritasını getirin gözünüzün önüne, tam üzerinde bıyık altından gülen bir adamın yüzü beliriyor. Nasıl bir adam olduğunu tarif etmem gerekirse, o bıyıklar badem yeterli olur herhalde!
Acil ve kapsamlı ekonomik reformlar, bu tabloyu değiştirebilir mi diye düşünüyorum. Yani aksi halde bu koşullar altında halk daha ne kadar dayanabilir inanın hiçbir fikrim yok. Üzgünüm ki tüm bu sorular 2025 Türkiye’sinin en büyük sınavı olacak gibi görünüyor.
Bu durumsa Nazım Hikmet’in günümüz Türkiye’sini anlatan şiirinden alıntılamak da elzem oldu doğrusu. Sahi, ne diyordu şair?
“Nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi? Çırpınıyor ayakları altında, bir avuç hergelenin!”
Esen kalın!
Yazar yine çok doğru noktalara değinmiş. Atalarımız ne güzel söylemiş, "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az" bu atasözünün geçmişini bilmediğimize göre, halkımız ezelden beridir aynıymış.