Siyaset ve siyasi söylemlerden aklım kaçsa bile vicdanım kaçamıyor. Yaşım ilerledikçe dünya değişiyor, fikirlerim ve ben değişiyorum. Yıllarca bir kurgu, bir masal, bir sanal gerçeklik çerçevesiyle çizilmiş dünyam. Oysa dost, can, yoldaş, dava arkadaşı, komşu, hemşeri diye öncelediklerim siyasi hassasiyet ve beklentiler için mesafe koyabiliyorlarmış. İnsanlarımızın değer yargıları beklentileri ile paralelmiş. İnsanlara iyilik yapmak, elindekini, zihnindekini ve tecrübelerini paylaşmak yetmezmiş. Onların düşündüğü gibi düşünmediğinde senden kötüsü olmazmış. Mahallenin menfaatleri inançlarının önünde bir yerlerdeymiş. İnsanlar aslında dinden öte bir inanç geliştirmiş, ona göre tapınırlarmış.
Bu düşünceler içinde, Muhiddin Arabi’nin hikâyesi geldi aklıma:
Muhiddin İbni Arabi’nin Muhyiddin-i Arabî Şam’da, bir grup kimseye ayağını yere vurarak şöyle dedi:
“Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır.”
Halk şaşırmıştı. Aleyhinde konuşanlar çoğaldı.
Hatta o vefat ettiği zaman kabrine çöp döktüler.
Oysa İbn-i Arabi Hazretleri demişti ki:
“Sin, Şın’a gelince, Muhyiddin’in kabri meydana çıkar ve muradı anlaşılır”
Aradan yıllar geçtikten sonra, Yavuz Sultan Selim Şam’ı fethetti. Ve Şam’da bu hadiseyi öğrendi. Muhiddin Arabi’nin kabrini sordu herkese. Kimse kabrin yerini bilmiyordu. Dağda bulunan çobana kadar sordu. Ancak kimseden olumlu cevap alamadı. Sadece bir çoban çıkarak; “Sultan’ım ben kabrin nerede olduğunu bilmiyorum. Fakat şurada bir yer. Hayvanlar oraya ayak basmaz, ot yemez. Orada çıkmakta olan otlar, kendi halinde büyür ve zamanla kurur gider. ”
Bu sözler üzerine Sultan Selim, oranın Muhiddin Arabi’ye ait kabir olduğunu düşünür. Adamlarına o bölgeyi kazmalarını söyler. Evet, Sultan Selim’in düşüncesi doğruydu. Orası mezardı. Mezar açıldığında Muhiddin Arabi sanki uyuyor gibiydi. Cesedi çürümemişti. Hemen oraya muhteşem bir türbe yaptırma emri verdi. Orada bulunanlara ise neden idam edildiğini sordu. Orada bulunanlar ise şöyle cevap verdiler: “O, sizin taptığınız şey benim ayaklarım altındadır, dedi. Bu yüzden idamına karar verildi ve idam edildi.”
Bu sefer Sultan Selim, bu sözün nerede söylendiğini sordu ve araştırmaya koyuldu. Sözün tam söylendiği yeri bulan Selim, o yeri kazmalarını emretti. Askerleri o yeri kazmaya başladılar. Kazma işlemi bittiğinde orada bir küp altın olduğu görüldü. Bunun üzerine Sultan Selim şunları söyledi;
“Hazreti peygamberimiz, ‘dininiz paranız, kıbleniz, kadınlarınız’ diye buyurmadı mı? Muhiddin Arabi buna dayanarak, Sizin taptığınız benim ayaklarım altında demiş. Yani sizin taptığınız parayı ayaklarının altına altığını söylemiş. Ancak bunu yanlış anlamışlar ve suçsuz yere onu idam etmişler.”
Yüzyıllar geçse de toplumun inanç değerleri ve öncelikleri hiç değişmedi. Toplum güç, para, kadın üçgeni arasında bir kıble ve din inşa etmiş durumda. Bu yapı, dini değerlerin üzerine inşa edildiğinden; ahlak, doğruluk ve erdemlerini güç-kadın-para ekseninde şekillendirmiş. Din ise sadece şekli ifade eden kurallar olarak sürdürüle gelmiş…
Toplumumuzun düzelmesi için değer yargılarını yeniden inşa etmesi şart. Bunun için Okul öncesi eğitimden başlayacak bir eğitim düzenlemesi kaçınılmazdır. Toplumun kişisel menfaatler üzerine süregelen değim ve sözleri tüm müfredattan çıkarmak gerekiyor. (Bal tutan parmak yalar, devletin malı deniz… v.b) Evrensel doğrular ve erdemler üzerine hikâyeler, oyunlar, tiyatrolar ve sunumlarla eğitim müfredatı yenilenmelidir. İlkokulun dört yılında okuma-yazma ve matematik haricinde etik kurallar, adabı muaşeret kuralları, çevre temizliği ve benzeri ders içerikleri ile çocuklar toplum ve doğa ile barışık bir şekilde yetiştirilmeli. Lise seviyesine kadar da bu derler müfredatta mecbur kılınmalı. Tabi bu değişimle birlikte bazı yasal düzenlemeler yapılarak toplumunda bu düzene uyumu sağlanmalı. Yere çöp atma, yüksek seste müzik dinleme, rüşvet, irtikâp, yalan, adam kayırma, nepotizm, mobbing gibi yanlış davranışlara ciddi cezalar verilmeli. Bu düzenlemeler ancak güçlü ve erdemli bir iktidar ve anlayış tarafından yapılabilir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun altılı masası bu çalışmalar için ideal bir yapılanmaydı. Toplumun her kesiminin yer aldığı böyle bir yapılanma ancak bu büyük değişimi gerçekleştirebilir. AKP’nin ilk beş yılında demokratikleşme adına yapılan düzenleme ve değişiklikler sonrasında tek adam rejimi anlayışı ile yok edildi. Toplumun adalet, huzur, barış ve ekonomik kalkınması öncelikli bir yönetim anlayışına ihtiyacı elzemdir. Milli Eğitimin bir yapboza çevrilmesi bu duruma düşmemizin en büyük sebebidir. O yüzden eğitim anlayışı değişmez bir eğitim sistemi ve müfredatı olması birinci kural olması gerekmektedir.
Sizin, bizim mahallemiz değil toplumun kaynaştığı bir ülkemiz olması dileğiyle…