Mümbit, bereketli ve verimli topraklarımıza ektiğimiz betondan tabutlar depremlerde ölüm denen acı bir çiçek olarak açtı. Doğa ananın rahmine zerk olunan beton bloklar mezarlarımız oldu! Medeniyet ve gelişme adına anladığımız hoyrat bir betonlaşma sadece.
Mühendisliğimiz de hukukumuz gibi Avrupa dan devşirme olunca sonuç acı verici oluyor. Deprem oldukça, “Betonarme Tasarım” hesapları güncelleniyor. Bu coğrafya çok acı deprem trajedileri yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Depremsel bir kuşakta olmamasına rağmen kopyaladığımız Avrupa’nın şartname ve hesapları, bize uymadı. Her depremde yeni parametreler betonarme hesaplamalarına dâhil edildi. Oysa bu coğrafyanın yüzlerce yıldır ayakta duran yapıları vardı ve kendi hesap ve hususları vardı…
Hoyrat bir rant dürtüsü ve hırs her alanda bu toplumu kemirmekte. “Kısa zamanda ne kar elde ederim?” düşüncesi her alanda hâkim. İnsanlar tamamen kısa süreli kazanım ve menfaatlerinin refleksi ile hareket etmekte. Uzaman ve akademisyenler yok sayılmakta. Tek amaç “Ben Tanrısını doyurma” güdüsü. Bu anlayış güzel İzmir’imizde ne verimli bir alan nede yaşanabilir bir çevre bırakmayacak.
Bornova ovası yok oldu ardından Menemen, Torbalı ve Menderes Ovaları da can çekişmekte. Bunu çözümü var aslında. Depremde yıkılan ve tarım için elverişli alanlarda yapılmış binaların arsalarına yapım engeli konularak, imara kapatılmalı. Verimli alanlarda yapılan imar uygulamalarını biran önce durdurmalıyız! Dünya hızla kıtlık ekonomisine giderken biz kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz! Süreç içinde eski yapılarında yıkılarak bu sürece dâhil edilmesi gerekmekte. Böylelikle bu verimli tarım arazileri tekrar uygun bir süreçle ülke tarımı için kullanılmalı. Peki, vatandaşın malı ve gayrimenkulleri ve hakları ne olacak? İşte tam bu düzlemde İzmir (Ülke) genelinde kurulacak bir gayrimenkul bankası devreye girecek. Mevcut konutlar mevcut değerleme kısaslarına göre değerlendirilerek bir gayrimenkul senedi haline getirilecek. İlgili belediyeler ve Milli Emlak Müdürlükleri, vatandaşlara tahsis edilmek üzere; konut arsaları üretecek. Bu üretilen arsaların konut yapımına uygun alanlardan seçilmesi sağlanacak (yeraltı suyu, tarım alanı, fay hattı, sit vb. kriterlere göre değerlendirildikten sonra). Bu alanlar uygun bir şekilde projelendirilip, müteahhit firmalara kat karşılığı yada kurulacak kooperatifler aracılığı ile vatandaşlara sunulacak. (Ütopik görünse de bu doğuyu söyleyerek yazımıza devam edelim.)
TMMOB’un İzmir Mimarlık Merkezi’nde düzenlediği Afet ve Dönüşüm Çalıştayı’na katıldım. Sayın Murat Karayalçın’ın tecrübe ve deneyimlerini dinlemek hoştu. Ülkemizde büyük çaplı dönüşümlerin halk desteği ile yapılabilirliğini ispat etmeleri çok önemliydi. Sonrasında yapılan yuvarlak masa toplantılarında konuşulanlar pek iç açıcı olmadı. İZDEDA yöneticilerinin protesto ettiği, TMMOB çatısı altında çözüm araması da ayrı bir güzellikti. Yaklaşık bir buçuk yıl önce derneğimizde misafir ettiğimiz İZDEDA başkanı, bizlerin kooperatif çözümlerine ütopya gibi bakıyordu. Şimdi bizim o görüşlerimize sarılmakta! Bizim bilgi ve tecrübelerimize önyargı ile bakan insanlar, depremzedelerin yanlış yönlendirilmelerine sebep olduklarını anlamaktan da bir hayli uzaklar…
Çalıştay da aklımda kalan diğer bir husus ise “ahşap ev yapma” önerisiydi. Bu da neren baksanız tutarsız ve bilimsel bir romantiklikten öteye gitmeyen bir lakırdı idi. Anlayacağınız dostlar, yine bol laf ve çözümsüzlük.
Depremde hasar gören binaların molozları hala kaldırılmaya devam edilmekte. Tabi bu yıkımlarda yine vahşi ve denetimsiz bir şekilde yapılmakta. Ortalık toz duman ve sağlıksız inşaat atıkları toplum tarafından teneffüs edilmekte. Yer yer müteahhit firmaların reklamları bina önüne yapılan panolarda boy göstermeye başladı. Depremin akabinde yapılan anlaşmaların çoğunluğu ya iptal edildi, ya da revize edilmekte. Yorgun ve umutsuz olan depremzedeler, müteahhit firmaların talep ve doğrultusunda anlaşmaktan başka çözüm yokmuş gibi aleyhlerine olan sözleşmelere imza atmaktalar. Yazımın girizgâhında yaptığım toplumsal hastalıklarımız, bu sürece de bulaştı. Çözüm için “şeffaflık-denetlenebilirlik-hesap verebilirlik” ilkeleri bizim vizyonumuz olmalıdır. Toplum olarak yaptığımız her işte bu ilkeleri dikkate almak zorundayız. Almadığımız takdirde; çiftlik bank, bankerlik, saadet zincirleri, sapık cemaat ve tarikatlar hikâyelerini daha çok dinleriz…